GELECEĞİN
EĞİTİMİ İÇİN GEREKLİ YEDİ BİLGİ
EDGAR
MORIN
SUNUŞ:
Ülkemizde olduğu kadar Dünya üzerinde de eğitimde “bazı şeyleri” değiştirme
gerekliliği sürekli gündemde olan bir konudur.
20.yüzyılda eğitimde denenen değişikliklerin, dünyamızın daha yaşanabilir
bir dünya olmasına pek katkı sağladığı söylenemez. Köktendinci akımların
yayılması, terörizmin bir dünya problemi haline gelmesi, yoksullar ile zenginle
ve yoksul ülkeler ile zengin ülkeler arasındaki uçurumun gitgide genişlemesi,
bu konuda mesafe kat edilmemesinin belli başlı sebepleridir.
Bu değişiklik nasıl bir eğitimle gerçekleşebilir? “ Geleceğin eğitimi “ ne,
ne gibi amaçlar konmalı? Dünyamızı daha yaşanabilir kılma umudunu veren bir
eğitimin ana çizgileri ne olmalı?
Kitap, Edgar Morin’in UNESCO’nun isteği üzerine kaleme aldığı, bu konudaki
düşüncelerinden oluşmaktadır. Morin, bugünkü eğitimde genellikle eksik olan
yedi nokta saptıyor ve bu eksiklikleri gidermek için bu “yedi bilgi”yi öneriyor. Nelerdir bu
eksiklikler? Nereden kaynaklanıyorlar? Ve bunların giderilmesinin yolları ne
olabilir?
·
Eğitilenlerin,
bilmenin ne olduğu üzerinde
düşündürülmemesi, onlara bilgiler aktarmakla yetinilmesidir. Bu sebeple, bilgi
ile kuruntunun ayırt edilememesi.
·
İkinci önemli
eksiklik, “uzmanlaşma” sorunuyla
ilgilidir: Kişiler bütünü/bütünleri görebilecek biçimde eğitilmiyorlar,
dolayısıyla onlara sunulan parça parça bilgileri, ait oldukları bütüne ya da
çerçeveye yerleştiremiyorlar.
Bunun üstesinden gelebilmek için Morin’in önerisi, eğitimde, bir “parça“
nın öğretimi üzerinde yoğunlaşırken, bu “parça”nın bütünle ilgisini göstermek,
bir bütünü ele alırken de parçalarının açık bilgisine dayanmak gerektiğidir.
Morin, bilmeyle ilgili önerilerden sonra, eğitimde temel alınması gereken bazı
“içerikler” üzerinde duruyor.
Eğitim;
·
Eğitilenlerin,
karmaşık bir varlık –“fiziksel, biyolojik, psişik, kültürel, toplumsal,
tarihsel”- olan insanın bir bütün olduğunu ve bütün insanlarda aynı olan
yönleri ile farklı olan yönleri bulunduğunu - insan olmanın ne demek olduğunu-
görmelerini sağlamalı,
·
İnsan türünün
“dünyasal kimliği”ni –bütün insanların aynı kaderi paylaştığı- göstermeli,
böylece de eğitilende insansal dayanışma
isteğini uyandırmalı,
·
Bazı kesin
bilgilerin yanında, birçok belirsizliğin olduğunu göstermeli, böylece de
insanları beklenmeyeni beklemeye
alıştırmalı ve şaşırtıcı bir olguyla karşı karşıya geldiklerinde –bir
“problemle” karşılaştıklarında- üstesinden nasıl gelebileceklerini öğretmeli,
·
Yaşadığımız
birçok sorunun –ırkçılığın, yabancı düşmanlığının vb.-, insanların birbirlerini
anlayamamalarından kaynaklandığını göz önüne alarak, anlamayı öğretmelidir.
·
“insansal
gelişme”yi sağlamalı, “yurdumuzun dünya olduğu” bilincini kazandırmalı, bu
bilinci de “ dünya yurttaşlığı”nı gerçekleştirme isteğine dönüştürmeye katkıda
bulunmalı.
Edgar Morin’in bize
sunduğu “yedi bilgi”, bu “değerlendirme eğitimi”nin farklı noktalarında yer
alıyor ve her birinin, çok boyutlu ve karmaşık olan gerçekliği kavramaya
çalışırken, bakılan bütünün içindeki yerini ve diğer “bilgiler”le bağlantısını
biraz daha kolay görebilmemizi sağlıyor.
İonna
Kuçuradi
Önsöz
Bir “pedagojik üçleme”nin
sonuncusu olan kitap, La Tête bien faite ve Relier les connaissances’ta ortaya konulan savları geliştirir. Bu
bağlamda, okuyucu bu kitapta La Tête bien faite’de daha önceden yer almış olan düşünceleri ve
anlatımları bulacaktır. Ancak bu kitabın getirdiği yenilik, öğretimimizin bana
göre temelini oluşturması gereken yedi temanın açıkça ortaya konmasıdır. Bu
temalar, tek başlarına, mevcut disiplinlerin entegrasyonunu sağlamaya ve
bireysel, kültürel ve toplumsal yaşamımızın karşılaştığı sorunları
yanıtlayabilen bir bilgiyi geliştirme çabalarını teşvik etmeye olanak verebilecektir.
Bu kitap öğretilen ya da
öğretilmesi gereken konuların tamamını
ele almıyor: Esas olarak, bilinmedikleri ya da unutulmuş oldukları göz önüne
alındığında, öğretilmeleri daha da gerekli olan yedi temel sorunu ortaya
koymaya çalışıyor.
Edgar
Morin
Gerekli Yedi Bilgi
1.Bilmenin Körlükleri: Hata ve Yanılsama
·
Bilgileri
iletmeyi kendine amaç edinen eğitimin, insanın bilme yetisinin ne olduğunu,
bunun düzeneklerini, zayıflıklarını, güçlüklerini, hataya olduğu gibi
yanılsamaya da olan yatkınlıklarını görememesi ve bilmenin ne olduğunu öğretmek
konusuyla hiç ilgilenmemesi dikkate değer.
·
Nitekim
bilgi, doğası incelenmeden kullanılabilecek ready-made bir araç olarak düşünülemez.
·
Ruhsal olduğu
kadar kültürel eğilimlerini konu alan incelemeleri öğretime dâhil etmek ve
geliştirmek gereklidir.
2.Akla Uygun Bir Bilginin İlkeleri
·
Global ve
temel sorunları yakalayabilecek ve bu sorunlar içinde kısmi ve yerel bilgileri
yerleştirebilecek bir bilgiyi geliştirmenin gerekliliğidir.
·
Disiplinlere
göre bölümlenmiş bir bilginin baskın olması, çoğu kez, parçayla bütün
arasındaki bağı kurmayı olanaksızlaştırır.
·
Karmaşık bir
dünyada bölümler ve bütün arasındaki karşılıklı ilişkileri ve etkileşimleri
kavramaya izin veren yöntemlerin öğretimi gereklidir.
3.İnsanlık Durumunu Öğretmek
·
Nereden
gelirse gelsin herkes hem kendi kimliğinin karmaşık niteliğinin hem diğer tüm
insanlarla ortak kimliğinin bilgisi ve bilincine sahip olmalıdır.
·
Böylece,
insanlık durumu, her öğretimin bir temel konusu olabilmelidir.
·
Bu bölüm,
insani olan her şeyin birliği ile çeşitliliği arasındaki koparılamaz bağı
göstermenin nasıl mümkün olduğuna giden yola işaret etmektedir.
4.Dünyalı Kimliği Öğretmek
·
Küresel çağın
gelişmelerinin bilinmesi ve dünya kimliğinin tanınması, öğretimin önemli
konularından biri olmalıdır.
·
Küresel çağın
16. Yüzyılda tüm kıtalararası iletişimle başlayan tarihini öğretmek ve zulümün
üstünü örtmeden göstermek yerinde olacaktır.
·
20. Yüzyıla
damgasını vuran küresel ölçekli krizlerin, insanların ortak bir kaderi
paylaştıklarını göstererek işaret etmek gerekecektir.
5.Belirsizlikleri Göğüslemek
·
Öğretim;
fizik bilimleri, biyolojik evrim birimleri ve tarihsel bilimlerde ortaya çıkan
belirsizliklerin öğretilmesini içerir.
·
Belirsizlikler
okyanusunda, kesinlik takımadalarının yardımıyla seyretmesini öğretmek gerekir.
·
Yunanlı şair
Euripides’in “ Beklenen gerçekleşmez ve
beklenmeyene yolu tanrı açar.” Sözü, geleceğimizi önceden bildirebileceğine
inanan insanlık tarihine ilişkin determinist görüşlerin terkedilmesini vurgular
ve öğretme yükümlülüğündeki herkesin, içinde yaşadığımız zamanın
belirsizliğinin ön saflarında yer alması gereklidir.
6.Anlamayı Öğretmek
·
Anlayış,
insan iletişiminin hem aracı hem amacıdır. Geleceğimiz her yönden karşılıklı
anlamayı gerektirir. Geleceğin eğitim ürünü bu olmalıdır.
·
İnsan
ilişkilerinin barbar anlayışsızlık durumundan çıkması artık hayatidir.
·
Irkçılık,
yabancı düşmanlığı ve nefretin belirtilerine değil, köklerine yöneleceği göz
önüne alınırsa, gerekliliği ortadır.
7.İnsan Türünün Etiği
·
Birey<>tür
eğiti, demokrasi gerektirir; birey tür etiği 21. yüzyılda yeryüzü dayanışmasına
çağrıda bulunur.
·
Etik,
gerçekten insanı olan her gelişme bireysel özelliklerin, toplumsal aidiyetin ve
insan soyuna ait olma bilincinin ortak gelişimini içermelidir.
·
Öğretim
sadece bizim Dünya Vatan bilincini edinmemize değil, aynı zamanda bu bilincin
dünya yurttaşlığı gerçekleştirme iradesine dönüşmesine yardımcı olmalıdır.
BİRİNCİ BÖLÜM
Bilmenin Körlükleri: Hata ve Yanılsama
Edgar Morin’e göre her bilgi kendi
içinde hata ve yanılsama tehlikesi içerdiğinden, eğitim, bilmenin körlüklerine
karşı uyanık olmak durumundadır. Kişinin kendine yalan söyleme olasılığı,
benmerkezcilik, kendini aklama gereksinimi, kötünün nedenini başkasına yansıtma
eğilimi, işimize gelen anıları seçme, işimize gelmeyenleri bastırma hatta
silme, kendine gurur okşayıcı bir rol biçme, bilinçsiz yansıtmalar ya da
karıştırmalarla hatıraları saptırma eğilimi, bazen yaşanmış olduğuna inanılan
ama gerçekte olmayan hatıralar olduğu gibi bazen de asla yaşanmadığına inanılan
bastırılmış hatıralar var olduğu sürece bellekte hatalar ve yanılsamalar söz
konusu olacaktır.
Hata ve yanılsamaya neden olan başka
bir nokta da düşünce sistemlerinin kendi içlerinde kapalı ve doğruluklarına
kesin olarak inanmalarıdır. Edgar Morin
kendi işine gelmeyen ya da içine alamadığı bilgiye direnç göstermek, her
düşünce sisteminin düzenleyici mantığında var olduğunu düşünmektedir. Tüm bu
hatalara ve yanılsamalara karşı koyabilecek koruyucu ise yapıcı ve eleştirel
akılsallıktır. Burada dikkat edilecek nokta, akılsallığın akılsallaştırma
(rasyonalizasyon)ya dönüşmemesidir. ‘‘Akılsallık’’ ve ‘‘akılsallaştırma’’arasındaki ayırımı Morin
şöyle dile getirmektedir:
‘‘Akılsallaştırma kapalı, akılsallık
ise açıktır. Akılsallaştırma, akılsallıkla aynı kaynaklardan beslenir; ama en
güçlü hata ve yanılsama kaynaklarından birini oluşturur. O halde, dünyayı
değerlendirmede mekanist ve determinist bir modele boyun eğen bir öğreti
akılsal değil, akılsallaştırıcıdır.’’
Kendine direnen bir gerçekle diyalog
içine girme, duygulanma yetisine sahip olma, yaşamı görmezden gelmeme, insan
aklının her şeyi bilen olamayacağının kabulü, gerçekliğin bilinmeyeni de
içerdiğini görebilme, yalnızca eleştirel değil özeleştirel de olabilme, kendi
yetersizliklerini kabul edebilme yeteneği gerçek akılsallaştırmanın temel
özellikleridir.
Morin akılsallığın Batı uygarlığının
kendi tekelinde bulundurduğu bir nitelik olmadığını vurgulamasıyla Batı
merkezci bakış açısı içinde kalmadığını göstermektedir. Batı her kültürü
teknolojik başarılarına göre değerlendirdiğinden uzun zaman akılsallığın
biricik sahibi olduğunu sanmıştır. Akılsallık için söz konusu olan belirleyici
özellik yalnızca eleştiri ve kuramsallık
değil, aynı zamanda özeleştiridir.
Morin yapıtında bir körleşme
biçiminden daha söz eder: ‘‘Paradigmatik körleşme’’ .Descartes tarafından
formüle edilen ve Avrupa tarihinde 17. yüzyıldan bu yana dayatılan ‘‘büyük Batı
paradigması’’nı hatırlamak gerekmektedir. Felsefe ve bilimi birbirinden
ayrıştırdığı gibi bu paradigma duyguyu akıldan, zihni maddeden, ruhu bedenden,
özneyi nesneden, özgürlüğü determinizmden, varoluşu özden ayırmıştır: ‘‘Bu
paradigma dünyaya ikili bir bakışı, aslında aynı dünyayı ikiye ayırma
yaklaşımını belirler: Bir yanda gözlemlere, deneylemelere, düzenlemelere tabi
nesneler dünyası; diğer yanda varoluş, iletişim bilinç, yazgı sorunlarıyla
kendini ortaya koyan özneler dünyası’’.
Bir süre sonra kanı ve inançlar
deterministik hale gelen paradigmalarla birleşince egemen doktrinlerin ve
ideolojilerin korkutucu buyurganlıkları haline gelmektedir. Tartışılmamış
anlamsız inançlar, galip gelen saçmalıklar, açıklık adına açıklığı reddeden
tutumlar sonucunda bilişsel ve entelektüel konformizm her yerde kendisini
göstermektedir. ‘‘(…) Dahası üçüncü bin yılın şafağında, Yunanlıların daimon’ları ve kimi zaman
İncil’in şeytanları gibi, bizim ‘‘kavramsal’’ şeytanlarımız da bizi
sürükleyebilir, bilincimizi boğabiliyor, bizi bilinçsiz kılabiliyor ve aynı
zamanda son derece bilinçli olduğumuz yanılsaması içine sokabiliyor’’.
Düşüncelerin insan tarafından ve
insan için olduğunu unutmamak gerekmektedir; yani düşüncelerin kendi hükmünü
insana buyurganca dayatması tehlikesine karşı
‘‘evcilleştirilmiş’’ düşüncelerle mücadele yürütülmesi önemlidir.
Beklenmeyen yeniyle karşılaşıldığında yapılacak olan şey, güçsüz ve aciz
kuramlarımızın içine yeniyi zorla almak değil, kuram ve düşüncelerimizi yeniden
gözden geçirmeyi becerebilmektir. Bilmenin körlüklerine karşı eğitimin yapacağı
önemli işlevler söz konusudur. Bilgi üstüne gerçek sorgulama, diyaloğa ve
düşünce alışverişine olanak veren açık bir kültüre sahip olma, zihnimizin
farklı kesimleri arasında iletişim kurma, kısacası kişileri ‘‘bilinçlilik’’ yolunda donatmak eğitimin en önemli görevleri
arasındadır.
İKİNCİ BÖLÜM
Akla Uygun Bir Bilginin İlkeleri
Morin bilginin akla uygun olması için eğitimin
bağlamı, parçayla bütün arasındaki ilişkileri ifade eden bütünü, çokboyutluluğu
ve karmaşıklığı aydınlığa kavuşturmasının gerekliliğini ileri sürmektedir. Claude Bastien’in vurguladığı gibi bilişsel
işlevin etkililiğinin temel koşulu olan bağlam, bilgi ve verilerin anlam
kazanmasının ihtiyacından ve bilişsel evrimin giderek daha da soyutlaşan
bilgilerin ortaya konulması yönünde değil, bağlamları içine oturtulması yönünde
ilerlediğinden önemlidir. Bağlamdan öte anlam taşıyan bütün parçaları anlamak
için gereklidir. Marcel Mauss, parçaları tanımak ve bilmek için bütünün yeniden
oluşturulması gerektiğini ileri sürerken haklıdır. Pascal’ın ilkesine göre
bütün-parça birbirleriyle ilişkilidir:
‘‘Her şey, neden olunan ve neden olan, yardım
edilen ve yardım eden, dolaylı ve dolaysız olduğu ve her şey en uzak ve en
farklı olanları bağlayan doğal ve fark edilmez bir bağla birbirini beslediği
için, bütünü bilmeden parçaları bilmem nasıl olanaksızsa, parçaları ayrıca
bilmeden bütünü bilebilmem de olanaksızdır’’.
Her canlı varlıkta olduğu
gibi insanda da parçaların içinde bütün vardır. Parça bütünden ayrılmadığı gibi
parçalar da birbirlerinden ayrı değildir. İnsan ve toplum çok boyutlu olma
özelliği taşımaktadırlar; çünkü insan, hem biyolojik, hem ruhsal, hem
toplumsal, hem duygusal hem de akılsal; toplum da hem tarihsel, hem iktisadi,
hem toplumbilimsel hem de dinseldir. Karmaşıklık olgusu, bir bütünü oluşturan
iktisadi, siyasal, toplumbilimsel, psikolojik, duygusal ve mitolojik gibi
çeşitli öğeler ‘‘birbirlerinden ayrılmaz olduğu zaman ve bilginin konusu ve
bağlamı ve parçayla bütün arasında, parçaların kendi arasında karşıklıklı
bağımlı, etkileşimsel ve enterretroaktif bir doku’’yu anlatmaktadır. Kısacası
karmaşıklık ‘‘birlik ile çokluk arasında bir bağdır’’.
Eğitim, karmaşık ve çok boyutlu
olanla ilişkili bir ‘‘genel zeka’’yı geliştirmek durumundadır; bu nedenle
insanda var olan merak yetisinin özgürce çalıştırılması önem kazanmaktadır. 20.
yüzyıl boyunca görülen disiplinlerdeki uzmanlaşma süreci, bağlamı, bütünü ve
karmaşıklığı engelleyip bilgide bir gerilemeye yol açmıştır. Sistemler, beşeri
bilimler ve fen bilimleri arasındaki kopuşa, bilimlerin kendi içine kapanmış,
aşırı uzmanlaşmış disiplinlere neden olmuştur. Bütün bu sürecin ne gibi
sonuçlara yol açtığını/açacağını Edgar Morin şöyle dile getirmektedir:
Global ve karmaşık gerçeklikler
kırıldı; insan parçalandı; insanın, beyin dahil biyolojik boyutu, biyolojik bölümlere
hapsoldu; ruhsal, toplumsal, dinsel, iktisadi boyutları birbirinden hem
uzaklaştı hem ayrıldı. (…) Doğası itibariyle her tür insani sorun üstüne bir
düşünme eylemi olan felsefe de kendi içine kapalı bir alana dönüştü.(…) Bütünü
algılama yetisinin zayıflaması, sorumluluğun zayıflaması (her birey kendi
uzmanlaşmış görevinden sorumlu olduğu için) ile dayanışmanın zayıflamasına (her
birey kendi hemşerileriyle olan bağını artık duyumsamadığından) yol açar’’.
Aşırı uzmanlaşma geneli parçalara ayırdığından özün görülmesini
ortan kaldırır. İndirgemeci anlayış karmaşık olanı basite indirger; böylelikle
insan körleşebilir. 20. yüzyıl akılsallığının tek akılsallık olduğu iddiası
düşünmenin felç olmasına neden olduğu gibi yüzyılın en ciddi sorunlarının
irdelenmemesi gibi insanlık için en ciddi sonuçları doğurmuştur. Morin’e göre
eğitim akla uygun bilginin önemli ilkeleri olan bilgilerin parçalara
ayrılmamasını, indirgemeyen düşünceye sahip olmayı yeniden gündeme
getirebilmelidir
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İnsanlık Durumunu Öğretmek
Edgar Morin’e göre eğitim, insanlık
durumu üzerine bir ilk ve evrensel dersi içermek durumundadır. Ona göre insanın
evren içinde konumlandırılması ve insanlık durumunun dünyadaki yerinin
sorgulanması gerekmektedir. Beşeri bilimlerin parçalanmış ve bölümlenmiş
olmasından dolayı insanın karmaşıklığı görünmez olmakta, sonucunda da insan
‘‘kum üstünde bir iz gibi’’ yitip gitmektedir. İnsanlık durumunu anlamak,
parçalar yerine bütünü bilmek önemlidir: ‘‘Buradan da, insanlık durumunu
dünyadaki yerine oturtmak için, doğa bilimlerinden kaynaklanan bilgilerle,
insanın çok boyutluluk ve karmaşıklığını aydınlatmak için beşeri bilimlerden
kaynaklanan bilgilerin birleştirilmesi gereği ve beşeri bilimlerin, yalnızca
felsefe ve tarihin değil, ama aynı zamanda edebiyat, şiir, sanatın paha biçilmez
katkılarını bunlara dahil etme gereği ortaya çıkmaktadır.’’ İnsanlaşma,
insanlık durumuna doğru eğitim için çok büyük önem taşıdığından insanın
insansallığı nasıl oluşturacağını bilmesi gerekmektedir. İnsan, kozmostan,
doğadan ve yaşamdan çıkmasına rağmen kendi zihni, kültürü ve bilinci nedeniyle
yakın olan kozmosa yabancılaşmıştır. İnsan doğasının derinliğinde kozmosun
gizini taşıyor olmamıza rağmen yine de insan, yalnızca kozmoloji, fizik,
biyoloji, psikoloji ve diğer bilimlerce tanınabilecek ve anlaşılabilecek varlık
olma özelliğini taşımamaktadır.
Peki insan nedir? Nasıl bilinebilir? Morin’e göre insan hem biyolojik hem
de kültürel bir varlık özelliği taşıyan birleşmiş-ikiliktir; yani insane, hem
‘‘homo sapiens’’ aynı zamanda da hiper
canlılık içinde coşkular yaşayan ‘‘homo
demens’’tir. Biyolojik varlıklar olmamıza rağmen insanlaşma yalnızca kültür
tarafından ve kültürün içinde tamamlanır. ‘‘İnsan beyni olmadan kültür olmaz,
ancak kültür olmadan zihin, yani bilinç ve düşünce yeteneği de yoktur’’ der
Morin. Ona göre insani olan her gelişme bireysel özerkliklerin (birey),
topluluğa katılımların (toplum) ve insan türüne ait olma duygusunun birlikte
gelişimini anlatan içerik taşımaktadır. İnsani gelişme ise insanın birliğini ve
çeşitliliğini anlamaktan geçmektedir. Morin günümüzde de var olan bir olguyu
burada yeniden düşünmemizi istemektedir: ‘‘Kültürlerin çeşitliliğini görenler,
insanın birliğini küçümseme ya da görmezlikten gelme eğilimindedir, buna
karşılık insanın birliğini görenler ise kültürlerin çeşitliliğini ikincil
olarak değerlendirme eğilimindedir. Oysa uygun olan, birliğin çeşitliliğini
sağlayan ve kolaylaştıran bir birlik, çeşitliliğin de kendini bir birlik içinde
gören bir çeşitlilik olarak tasarlanmasıdır.’’
İnsanın tek yönlü bir varlık olarak
algılanma biçimi 21. yüzyılda terkedilmeyi bekleyen bir anlayıştır. İnsanın
yalnızca akılsallığı (homo sapiens), tekniği
(homo faber), yararcı etkinlikleri (homo economicus), zorunlu
gereklilikleri (homo prosaicus) içinde tanımlanması eksiktir. Morin’e
göreinsane varlığı karmaşıktır ve karşıt nitelikleri, iki kutuplu bir şekilde
içinde taşır. İnsan, ‘‘Sapiens et demens
(akılsal ve çılgınca), Faber ve ludens (çalışkan ve oyuncu), Empiricus ve
imaginarius (görgül ve düşsel),
Ekonomicus ve consumans (tutumlu
ve savurgan), Prosaicus ve poeticus (düzyazısal ve şiirsel)’’dur.
İnsan varlığı akıllı ve akıldışıdır, ölçülü ve ölçüsüz olabilir; yoğun ve
istikrarsız bir duygusallığın öznesi olarak, güler, tebessüm eder, ağlar, ama
nesnel olarak anlamasını da bilir; ciddi ve hesapçı, ama aynı zamanda
sıkıntılı, içi daralan, zevkine düşkün, kendinden geçen, esrik bir varlıktır;
şiddet ve şefkat, aşk ve kini barındıran bir varlıktır; düşselle kuşatılmış ve
gerçeği tanıyabilen, ölümü bilen ve ölüme inanmayan, söylence ve büyünün yanı
sıra bilim ve felsefe de yaratan; tanrılara ve düşüncelere teslim olan, ama
aynı zamanda tanrılardan kuşku duyan ve düşünceleri eleştiren bir varlıktır;
doğrulanmış bilgilerle, ama yanılsama ve düşlemlerle de beslenir. Morin, insanı karmaşık bir varlık olarak
belirledikten sonra eğitimden beklenmesi gereken noktayı yeniden hatırlatıyor:
‘‘Böylece, eğitimin esas yönelimlerinden birinin insan karmaşıklığının
incelenmesi ve araştırılması olduğu görülüyor. Eğitim, insanın çok yönlü
yazgısını göstermeli ve örneklerle açıklamalıdır: İnsan türünün yazgısını, yani
bireysel yazgıyı, toplumsal yazgıyı, tarihsel yazgıyı, kısacası birbirine
geçmiş ve birbirinden ayrılmaz tüm yazgıları…
Bu yönelim, tüm
insanların ortak durumunu ve bireylerin, halkların, kültürlerin çok zengin ve
gerekli çeşitliliğini öğrenmeye, dolayısıyla bilincine varmaya ve nihayet yeryüzü
yurttaşları olarak kökleşmemize varmalıdır.’’
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Dünya Kimliği Öğretmek
Edgar Morin ‘‘dünyalı kimliği’’ ifadesinden dünyayı uygarlaştırmayı, dünyada dayanışmayı sağlamayı, insan türünü
gerçek insanlığa dönüştürmeyi, birinin
diğeriyle, herkesin herkesle karşılıklı dayanışmasını ve merhamet duygusu
içinde olmasını anlamaktadır. 16. yüzyılda gezegen çağı ile başlayan tarihsel yolculuk 20. yüzyılın
sonunda itibaren küreselleşme aşamasına gelmiştir. Aradan geçen dört yüzyıllık
sürede neler olup bitmiştir? Dünyalı kimliğe ulaşılmış mıdır?
1492’de yerkürenin fethine çıkan
Batı Avrupa, Amerika’da ve dünyanın geri kalan kısmında ‘‘uygarlık
felaketlerine, onarılmaz kültürel yıkımlara, korkunç köleleşmelere’’ yol açan
gezegen çağını başlatmıştır.
Gezegenleşme, Avrupa uygarlığının silahlara, tekniklere, anlayışlara,
ticaret acentalarına ve ileri karakollara sahip olmasıyla gelişmiş; ardından
20. yüzyılda iki dünya savaşı, iki iktisadi bunalım ve 1989’dan sonra da küreselleşme
denen liberal ekonominin yaygınlaşmasını doğurmuştur. Dünyayı dolaşmak için 80
günlük bir zaman gerekliyken, 20. yüzyıl sonunda jet uçağı bu devri 24 saatte
tamamlamaktadır. Bugün gezegenin bir ucundan diğerine, televizyon, telefon,
faks, internet vb. ile ulaşmak olanaklıdır.
‘‘Böylece, örneğin Avrupalı her sabah Japon malı radyosunu açarak uyanıyor
ve dünyadaki gelişmeleri buradan alıyor:
Yanardağ patlamaları, depremler, darbeler, uluslararası konferanslar,
Seylan, Hint ya da Çin çayını, belki de bir Etiyopya moka veya bir Latin
Amerika arabicasını yudumlarken kendine ulaşıyor; Mısır ya da Hindistan pamuğundan
dokunmuş kazağını, donunu ve gömleğini giyiyor; Manchester sonra
Roubaix-Tourcoing’da işlenmiş Avustralya yönünden yapılmış ceket ve pantolonunu
ya da ABD stili bir kot üstüne Çin’den gelmiş bir deri montunu geçiriyor.
Saati, İsviçre ya da Japon malı.
Gözlük çerçevesi ekvator kaplumbağası kabuğundan. Kışın masasında Arjantin ya
da Şili’nin çilek ve kirazlarını, Senegal’in taze yeşil fasulyesi, Afrika’nın
avokado ya da ananaslarını Guadeloupe’un kavunlarını bulabilir. Martinik romu,
Rus votkası, Meksika tekilası, Amerikan burbonu şişeleri elinin altında.
Evinden Koreli bir şefin yönettiği bir Alman senfonisini dinleyebilir, olmadı
video ekranından siyahi Barbara Hendricks’i, İspanyol Placido Domingo’yu
izleyebilir.’’
Avrupalı gezegende refah içinde
yaşarken diğer yandan Afrikalı, Asyalı, Güney Amerikalı yoksulluk içinde
yaşamaya çalışmaktadır. Dünya ekonomik piyasasının etkisiyle bu insanların
yaşam biçimlerinde değişiklik meydana gelmekte, pek çok insane hayalini
kurdukları rahat bir hayata özlem duymaktadır.
Morin, birleştirici olduğu kadar özünde çatışmacı olduğundan
küreselleşmeyi eleştirmektedir. Olup-bitenler dünyanın bir olmaya gittiğini
gösterse de aynı zamanda bölündüğünü ortaya çıkarmaktadır. Gelişme düşüncesi çözümlediğinden daha çok
sorun yaratıp bir uygarlık bunalımına ulaşmıştır. Nükleer silahlanma ve yeni
tehlikeler insanlığın kendi kendini yok etme potansiyelinin her zaman var olduğunu
göstermektedir. Günümüzde gelişme yalnızca teknik-ekonomik açıdan düşünülmekte
ve sonuçta savunulacak bir yanı kalmamaktadır; oysa, gelişmenin yalnızca maddi
değil, aynı zamanda anlıksal, duygusal ve ahlaki alanı içine alan daha karmaşık
bir anlama sahip olması gerekmektedir.
Eğitim, yeryüzü-gezegeninin
insanları olarak var olmayı, paylaşmayı, iletişimde bulunmayı, düşünce ve duygu
ortaklığı kurmayı öğrenmemize olanak vermelidir.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Belirsizlikleri Göğüslemek
Tarihin akışı içinde iktisadi ve toplumbilimsel bazı belirlemeler var olsa
da, gelecek, önü açık ve önceden kestirilemezdir; dolayısıyla ‘‘geleceğin adı
belirsizlik’’tir. Tarihte ortaya çıkan yeni önceden bilinip ortaya çıkmamıştır.
Yeni her zaman yaratımlarla gelmemiş, aynı zamanda yıkımlarla da kendisini
göstermiştir. Uygarlık ve barbarlık, yaratım ve yıkım, doğuş ve ölüm tarihin
her zaman iki yüzü olmuştur. Bilmede de belirsiz bir yan vardır. Düşünceler ve kuramlar gerçeği
yansıtmadıkları gibi yetersiz ve hatalıdırlar. İnsanın gerçekle ilişkisi,
gerçeğe ilişkin düşünceden başka bir şey değildir. Gerçeğin içinde belirsizliği
anlamak, gerçekte görünmeyen bir olasılık olduğunu kabul etmek önem
kazanmaktadır. Bir eylemin kısa vadeli sonuçlarını öngörmek olanaklıysa da,
uzun vadeli olarak bilinememektedir. Eylemin bilinemeyen ve belirsiz sonuçları
olduğunu tarihten örneklerle açıklar:‘‘1789’un zincirleme sonuçlarının tümü
birden beklenmiyordu. Terör, ardından Thermidor, sonra İmparatorluk, daha sonra
Burbonların tahta çıkması ve daha geniş bağlamda, Fransız Devrimi’nin Avrupa ve
dünyadaki sonuçları, Ekim 1917’ye kadar (dâhil) öngörülmeyen sonuçlardı, daha
sonra 1917 Ekim’inin kuruluştan totaliter bir imparatorluğun düşüşüne kadarki
sonuçları da, aynı şekilde, öngörülemedi.’’Eylemin belirsizliğine karşı
verilebilecek karşılık bir strateji oluşturmaktır. Düşüncenin, belirsizliklere
karşı mücadeleye hazır olması değer kazanmıştır. Umulmadık olanın umulması için
çaba vermek eğitimin görevlerinden birini oluşturmaktadır. Morin, ilerleme
düşüncesinden vazgeçmeden içerisinde belirsiz ve kırılgan niteliğinin tanınması
gerektiğini vurgulamaktadır.
ALTINCI BÖLÜM
Anlamayı Öğretmek
Anlama sorunu eğitimin amaçlarından biri haline gelmiştir. Morin, anlamaktan, matematiği ya da herhangi
bir disiplini anlamayı kastetmez, insanın anlaşılmasını kasteder. Burada söz
konusu olan eğitimin manevi misyonudur ve sayısal bir özellik değildir. Anlama
yaşamsal önemde bir konudur; çünkü ‘‘insanlararası anlayışı öğretmek,
insanlığın anlıksal ve manevi dayanışmasının koşulu ve güvencesidir.’’
Morin’e göre anlama sorununun iki
ayrı ucu vardır: Biri, birbirinden uzaktakiler için geçerli olan ve farklı
kültürlerden gelen insanların birbirleriyle anlaşması, diğeri ise, bireysel
olan yani yakınlar arasındaki ilişkileri içine alan anlaşmadır. Yakın olanların
birbirleriyle daha iyi anlaştığı kabulü doğru olmayan bir kabul olarak
kalmaktadır; çünkü yakınlık beraberinde yanlış anlamaları, kıskançlıkları,
saldırganlığı getirebilir. Anlamanın, düşünsel (zihinsel ya da nesnel) anlama derecesi ve özneler arası anlama
derecesi olmak üzere iki derecesi vardır. Düşünsel anlamanın yolu anlaşılırlık
ve açıklamadan geçerken, insana özgü anlamanın yolu, öznenin özne tarafından
bilinmesinden geçmektedir: ‘‘Nitekim ağlayan bir çocuk gördüğümde, onu
gözyaşlarının tuzluluk derecesini ölçerek değil, ama kendi içimdeki çocukluğumun
üzüntülerini yakalayarak, onu kendimle özdeşleştirerek ve kendimi onunla
özdeşleştirerek anlamaya çalışırım. Başkası sadece nesnel olarak algılanmakla
kalmamış, onunla özdeşleşilen ve onu kendisiyle özleştiren (alter ego haline
dönüşen bir ego alter) bir başka özne olarak algılanmıştır. Anlamak, bir empati, özdeşleşme ve kendini
yansıtma sürecidir zorunlu olarak. Her zaman kendi içinde öznel olan anlama,
açıklık, sempati, cömertlik gerektirir.’’
Ancak anlama öyle kolay olmamakta,
hem nesnel anlamanın önüne hem de insanı anlayışın önüne benmerkezcilikten, etnikmerkezcilikten ve toplummerkezcilikten kaynaklı engeller çıkmaktadır. Edgar Morin anlamaya giden yolların yalnızca
iktisadi, hukuksal, toplumsal ve kültürel yollardan ibaret olmadığını, bunun
düşünsel ve etik yollardan geçtiğini vurgulamaktadır. Anlayış etiği insanı anlamada etkili bir görev üstlenmiştir.
Özellikleri, iyi düşünmek: karmaşık olanı bir bütün olarak algılamayı sağlayan
düşünme tarzı), içebakış: kendi kendini
eleştirel olarak inceleme, bize, göreceli olarak kendi merkezimizden uzaklaşma,
kendi benmerkezciliğimizi tanıma ve yargılama olanağı, kendimizi her şeyin
yargıcı yerine koymama), başkasına öznel (sempatik) açıklık: roman ve filmler
yoluyla gündelik yaşamda bize yabancı ya da antipatik olana karşı yakınlık
duyma), hoşgörünün içselleştirilmesi: düşünceler için geçerli olup hakaret,
saldırı ve öldürücü eylemler için geçerli olmama) olan anlayış etiği üzerine Edgar Morin
şunları yazmaktadır: ‘‘Anlayış etiği bizden, öncelikle, çıkar beklemeden
anlamamızı isteyen bir yaşama sanatıdır. Büyük bir çaba ister, zira hiçbir
karşılıklılık beklemez: Bir bağnazın ölümle tehdit ettiği hoşgörülü bir kişi,
bağnazın kendisini niçin öldürmek istediğini anlar, aynı zamanda onun kendisini
asla anlayamayacağını da bilir. (…) Anlayış etiği bizden, anlayışsızlığı
anlamamızı ister.’’
Etik önemli yönüyle kişilerarası
anlayış etiğidir. Etiğin küreselleşmesi demek insan türüne hizmet etmek
demektir. Kültürlerin birbirlerinden öğrenecekleri vardır; dolayısıyla kendini
öğreten kültür biçiminde algılayan Batı kültürü mağrur olmayı bırakıp aynı
zamanda öğrenen kültür de olabilmelidir. Böyle bakıldığında anlamak, ‘‘aynı
zamanda, durmadan öğrenmek ve yeniden öğrenmek’ ’ten başka bir şey
değildir. Anlama sorunu geleceğin
eğitimini oluşturmada önemli rol oynayan noktadır; çünkü karşılıklı anlama
olmadan bireyler, uluslar ve kültürler bir araya gelemez. Anlayışın insanlık
dünyası için ne kadar önem taşıdığının anlaşılması için önce ‘‘zihniyet
reformu’’na gereksinim vardır. Bunun da yolu karşılıklı bir ‘‘eğitim
reformu’’ndan geçmektedir.
YEDİNCİ BÖLÜM
İnsan Türünün Etiği
İnsan türünün etiği
birey-toplum-tür ilişkisinin karşılıklılığını ve birbirlerinden ayrılmazlığını
kabulle başlar, insana özgü bir etik ya da antropo-etikle sürer. Morin’e göre
antropo-etik şu amaçlar için vardır:
‘‘İnsanlığı insanileştirmek için çalışmak. Gezegenin ikili yönetimini
gerçekleştirmek: Yaşama boyun eğmek, yaşama yön vermek. Gezegenin birliğini,
çeşitlilik içinde, gerçekleştirmek. Başkasında, hem kendisiyle olan
farklılığına hem kendisiyle olan benzerliğine saygı göstermek. Dayanışma
etiğini geliştirmek. Anlayış etiğini geliştirmek.’’
Böyle bir etik ancak bireysel bilinçle kazanılabilir. Bireysel bilinç
demokrasinin var olmasının da olanağını sağlamaktadır. Demokrasinin değeri
otoriter ya da totaliter toplumlarda olup bitene bakarak en iyi şekilde
anlaşılabilir. Demokrasi, iktidarın denetlenmesini sağlayarak köleleşmeyi
zayıflatır. Bu yüzden demokrasiyi yalnızca siyasal bir rejim olarak düşünmemek
gerekir. Otoriter ya da totaliter yönetimlerde bireyler yöneticiler tarafından
köleleştirilirler; oysa ki demokraside birey yurttaştır, özerk olma anlamında
öznedir.
Demokrasinin geleceği için siyaset-demokrasi ilişkisi de önemli
görünmektedir. Siyaset, yalnızca tekniğe ve ekonomik anlayışa indirgenirse,
beraberinde ufukların yitimi, yurttaşlık kimliğinin zayıflaması,
vurdumduymazlığı getirecektir. Sonuç ise demokratik yaşamın yok olmasıdır.
Antropo-etik, demokrasinin ve yurttaşlık kimliğinin yenilenerek
canlandırılmasını, dayanışmayı ve sorumluluğu yeniden kazandırmayı
sağlayabilir. Morin’e göre 20. yüzyıldan
itibaren dünyanın yazgı ortaklığı insanlar arasında dayanışma sağlanmasının
gerekliliğini dayatmıştır. Kant kendi döneminde dünyanın coğrafi sonluluğunun
insanlarda evrensel konukseverlik ilkesine uymaları gerektiğini vurgulamıştır. İnsanlık
kavramının içi boş ve soyut değildir; tam tersine etik bir kavram olarak yaşamsal
bir gerçeklik barındırmaktadır. İnsanın daha iyi bir dünyada yaşaması ‘‘insan
siyaseti’’, ‘‘uygarlık siyaseti’’ ,
‘‘düşünce reformu’’ bir ‘‘antropoetik’’, ‘‘gerçek hümanizm’’ , ‘‘Dünya-Vatan bilinci’’
birlikteliğiyle olanaklıdır. Geleceğin eğitimi bu kavramlarda içerik bulan
ilkelerin gerçekleşmesiyle kendisini gösterecektir.
SONUÇ:
Edgar Morin geleceğin eğitiminin temel ilkelerini ele aldığı yapıtında
günümüzde insanlık durumunun içinde bulunduğu çıkmazları ve bu çıkmazlardan
kurtulmak için bir takım çıkış yolları önermektedir. Ona göre tek çıkış yolu
belirli ilkelere sahip eğitimdir.
KAYNAKÇA:
MORIN, Edgar (2003),
Geleceğin Eğitimi İçin Gerekli Yedi Bilgi, (Çev: Hüsnü Dilli), İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları: İstanbul.