İletişim

İletişim
Showing posts with label Edgar MORIN. Show all posts
Showing posts with label Edgar MORIN. Show all posts

Sunday, 10 November 2013

GELECEĞİN EĞİTİMİ İÇİN GEREKLİ YEDİ BİLGİ


GELECEĞİN EĞİTİMİ İÇİN GEREKLİ YEDİ BİLGİ

                                                                              EDGAR MORIN

SUNUŞ:

Ülkemizde olduğu kadar Dünya üzerinde de eğitimde “bazı şeyleri” değiştirme gerekliliği sürekli gündemde olan bir konudur.
20.yüzyılda eğitimde denenen değişikliklerin, dünyamızın daha yaşanabilir bir dünya olmasına pek katkı sağladığı söylenemez. Köktendinci akımların yayılması, terörizmin bir dünya problemi haline gelmesi, yoksullar ile zenginle ve yoksul ülkeler ile zengin ülkeler arasındaki uçurumun gitgide genişlemesi, bu konuda mesafe kat edilmemesinin belli başlı sebepleridir.
Bu değişiklik nasıl bir eğitimle gerçekleşebilir? “ Geleceğin eğitimi “ ne, ne gibi amaçlar konmalı? Dünyamızı daha yaşanabilir kılma umudunu veren bir eğitimin ana çizgileri ne olmalı?
Kitap, Edgar Morin’in UNESCO’nun isteği üzerine kaleme aldığı, bu konudaki düşüncelerinden oluşmaktadır. Morin, bugünkü eğitimde genellikle eksik olan yedi nokta saptıyor ve bu eksiklikleri gidermek için bu  “yedi bilgi”yi öneriyor. Nelerdir bu eksiklikler? Nereden kaynaklanıyorlar? Ve bunların giderilmesinin yolları ne olabilir?
·         Eğitilenlerin, bilmenin ne olduğu üzerinde düşündürülmemesi, onlara bilgiler aktarmakla yetinilmesidir. Bu sebeple, bilgi ile kuruntunun ayırt edilememesi.
·         İkinci önemli eksiklik, “uzmanlaşma” sorunuyla ilgilidir: Kişiler bütünü/bütünleri görebilecek biçimde eğitilmiyorlar, dolayısıyla onlara sunulan parça parça bilgileri, ait oldukları bütüne ya da çerçeveye yerleştiremiyorlar.
Bunun üstesinden gelebilmek için Morin’in önerisi, eğitimde, bir “parça“ nın öğretimi üzerinde yoğunlaşırken, bu “parça”nın bütünle ilgisini göstermek, bir bütünü ele alırken de parçalarının açık bilgisine dayanmak gerektiğidir. Morin, bilmeyle ilgili önerilerden sonra, eğitimde temel alınması gereken bazı “içerikler” üzerinde duruyor.
Eğitim;
·         Eğitilenlerin, karmaşık bir varlık –“fiziksel, biyolojik, psişik, kültürel, toplumsal, tarihsel”- olan insanın bir bütün olduğunu ve bütün insanlarda aynı olan yönleri ile farklı olan yönleri bulunduğunu - insan olmanın ne demek olduğunu- görmelerini sağlamalı,
·         İnsan türünün “dünyasal kimliği”ni –bütün insanların aynı kaderi paylaştığı- göstermeli, böylece de eğitilende insansal dayanışma isteğini uyandırmalı,
·         Bazı kesin bilgilerin yanında, birçok belirsizliğin olduğunu göstermeli, böylece de insanları beklenmeyeni beklemeye alıştırmalı ve şaşırtıcı bir olguyla karşı karşıya geldiklerinde –bir “problemle” karşılaştıklarında- üstesinden nasıl gelebileceklerini öğretmeli,
·         Yaşadığımız birçok sorunun –ırkçılığın, yabancı düşmanlığının vb.-, insanların birbirlerini anlayamamalarından kaynaklandığını göz önüne alarak, anlamayı öğretmelidir.
·         “insansal gelişme”yi sağlamalı, “yurdumuzun dünya olduğu” bilincini kazandırmalı, bu bilinci de “ dünya yurttaşlığı”nı gerçekleştirme isteğine dönüştürmeye katkıda bulunmalı.
Edgar Morin’in bize sunduğu “yedi bilgi”, bu “değerlendirme eğitimi”nin farklı noktalarında yer alıyor ve her birinin, çok boyutlu ve karmaşık olan gerçekliği kavramaya çalışırken, bakılan bütünün içindeki yerini ve diğer “bilgiler”le bağlantısını biraz daha kolay görebilmemizi sağlıyor.
                                                                                                                                                             İonna Kuçuradi

Önsöz

Bir “pedagojik üçleme”nin sonuncusu olan kitap, La Tête bien faite ve Relier les connaissances’ta ortaya konulan savları geliştirir. Bu bağlamda, okuyucu bu kitapta La Tête bien faite’de daha önceden yer almış olan düşünceleri ve anlatımları bulacaktır. Ancak bu kitabın getirdiği yenilik, öğretimimizin bana göre temelini oluşturması gereken yedi temanın açıkça ortaya konmasıdır. Bu temalar, tek başlarına, mevcut disiplinlerin entegrasyonunu sağlamaya ve bireysel, kültürel ve toplumsal yaşamımızın karşılaştığı sorunları yanıtlayabilen bir bilgiyi geliştirme çabalarını teşvik etmeye olanak verebilecektir.
Bu kitap öğretilen ya da öğretilmesi gereken  konuların tamamını ele almıyor: Esas olarak, bilinmedikleri ya da unutulmuş oldukları göz önüne alındığında, öğretilmeleri daha da gerekli olan yedi temel sorunu ortaya koymaya çalışıyor.
                                                                                                                                                             Edgar Morin

Gerekli Yedi Bilgi

1.Bilmenin Körlükleri: Hata ve Yanılsama

·         Bilgileri iletmeyi kendine amaç edinen eğitimin, insanın bilme yetisinin ne olduğunu, bunun düzeneklerini, zayıflıklarını, güçlüklerini, hataya olduğu gibi yanılsamaya da olan yatkınlıklarını görememesi ve bilmenin ne olduğunu öğretmek konusuyla hiç ilgilenmemesi dikkate değer.
·         Nitekim bilgi, doğası incelenmeden kullanılabilecek ready-made bir araç olarak düşünülemez.
·         Ruhsal olduğu kadar kültürel eğilimlerini konu alan incelemeleri öğretime dâhil etmek ve geliştirmek gereklidir.

2.Akla Uygun Bir Bilginin İlkeleri

·         Global ve temel sorunları yakalayabilecek ve bu sorunlar içinde kısmi ve yerel bilgileri yerleştirebilecek bir bilgiyi geliştirmenin gerekliliğidir.
·         Disiplinlere göre bölümlenmiş bir bilginin baskın olması, çoğu kez, parçayla bütün arasındaki bağı kurmayı olanaksızlaştırır.
·         Karmaşık bir dünyada bölümler ve bütün arasındaki karşılıklı ilişkileri ve etkileşimleri kavramaya izin veren yöntemlerin öğretimi gereklidir.

3.İnsanlık Durumunu Öğretmek

·         Nereden gelirse gelsin herkes hem kendi kimliğinin karmaşık niteliğinin hem diğer tüm insanlarla ortak kimliğinin bilgisi ve bilincine sahip olmalıdır.
·         Böylece, insanlık durumu, her öğretimin bir temel konusu olabilmelidir.
·         Bu bölüm, insani olan her şeyin birliği ile çeşitliliği arasındaki koparılamaz bağı göstermenin nasıl mümkün olduğuna giden yola işaret etmektedir.

4.Dünyalı Kimliği Öğretmek

·         Küresel çağın gelişmelerinin bilinmesi ve dünya kimliğinin tanınması, öğretimin önemli konularından biri olmalıdır.
·         Küresel çağın 16. Yüzyılda tüm kıtalararası iletişimle başlayan tarihini öğretmek ve zulümün üstünü örtmeden göstermek yerinde olacaktır.
·         20. Yüzyıla damgasını vuran küresel ölçekli krizlerin, insanların ortak bir kaderi paylaştıklarını göstererek işaret etmek gerekecektir.

5.Belirsizlikleri Göğüslemek

·         Öğretim; fizik bilimleri, biyolojik evrim birimleri ve tarihsel bilimlerde ortaya çıkan belirsizliklerin öğretilmesini içerir.
·         Belirsizlikler okyanusunda, kesinlik takımadalarının yardımıyla seyretmesini öğretmek gerekir.
·         Yunanlı şair Euripides’in “ Beklenen gerçekleşmez ve beklenmeyene yolu tanrı açar.” Sözü, geleceğimizi önceden bildirebileceğine inanan insanlık tarihine ilişkin determinist görüşlerin terkedilmesini vurgular ve öğretme yükümlülüğündeki herkesin, içinde yaşadığımız zamanın belirsizliğinin ön saflarında yer alması gereklidir.

6.Anlamayı Öğretmek

·         Anlayış, insan iletişiminin hem aracı hem amacıdır. Geleceğimiz her yönden karşılıklı anlamayı gerektirir. Geleceğin eğitim ürünü bu olmalıdır.
·         İnsan ilişkilerinin barbar anlayışsızlık durumundan çıkması artık hayatidir.
·         Irkçılık, yabancı düşmanlığı ve nefretin belirtilerine değil, köklerine yöneleceği göz önüne alınırsa, gerekliliği ortadır.

7.İnsan Türünün Etiği

birey

tür                         toplum
·         Birey<>tür eğiti, demokrasi gerektirir; birey tür etiği 21. yüzyılda yeryüzü dayanışmasına çağrıda bulunur.
·         Etik, gerçekten insanı olan her gelişme bireysel özelliklerin, toplumsal aidiyetin ve insan soyuna ait olma bilincinin ortak gelişimini içermelidir.
·         Öğretim sadece bizim Dünya Vatan bilincini edinmemize değil, aynı zamanda bu bilincin dünya yurttaşlığı gerçekleştirme iradesine dönüşmesine yardımcı olmalıdır.

BİRİNCİ BÖLÜM

Bilmenin Körlükleri: Hata ve Yanılsama


           Edgar Morin’e göre her bilgi kendi içinde hata ve yanılsama tehlikesi içerdiğinden, eğitim, bilmenin körlüklerine karşı uyanık olmak durumundadır. Kişinin kendine yalan söyleme olasılığı, benmerkezcilik, kendini aklama gereksinimi, kötünün nedenini başkasına yansıtma eğilimi, işimize gelen anıları seçme, işimize gelmeyenleri bastırma hatta silme, kendine gurur okşayıcı bir rol biçme, bilinçsiz yansıtmalar ya da karıştırmalarla hatıraları saptırma eğilimi, bazen yaşanmış olduğuna inanılan ama gerçekte olmayan hatıralar olduğu gibi bazen de asla yaşanmadığına inanılan bastırılmış hatıralar var olduğu sürece bellekte hatalar ve yanılsamalar söz konusu olacaktır.
          Hata ve yanılsamaya neden olan başka bir nokta da düşünce sistemlerinin kendi içlerinde kapalı ve doğruluklarına kesin olarak inanmalarıdır.  Edgar Morin kendi işine gelmeyen ya da içine alamadığı bilgiye direnç göstermek, her düşünce sisteminin düzenleyici mantığında var olduğunu düşünmektedir. Tüm bu hatalara ve yanılsamalara karşı koyabilecek koruyucu ise yapıcı ve eleştirel akılsallıktır. Burada dikkat edilecek nokta, akılsallığın akılsallaştırma (rasyonalizasyon)ya dönüşmemesidir. ‘‘Akılsallık’’ ve  ‘‘akılsallaştırma’’arasındaki ayırımı Morin şöyle dile getirmektedir:
‘‘Akılsallaştırma kapalı, akılsallık ise açıktır. Akılsallaştırma, akılsallıkla aynı kaynaklardan beslenir; ama en güçlü hata ve yanılsama kaynaklarından birini oluşturur. O halde, dünyayı değerlendirmede mekanist ve determinist bir modele boyun eğen bir öğreti akılsal değil, akılsallaştırıcıdır.’’

         Kendine direnen bir gerçekle diyalog içine girme, duygulanma yetisine sahip olma, yaşamı görmezden gelmeme, insan aklının her şeyi bilen olamayacağının kabulü, gerçekliğin bilinmeyeni de içerdiğini görebilme, yalnızca eleştirel değil özeleştirel de olabilme, kendi yetersizliklerini kabul edebilme yeteneği gerçek akılsallaştırmanın temel özellikleridir.
          Morin akılsallığın Batı uygarlığının kendi tekelinde bulundurduğu bir nitelik olmadığını vurgulamasıyla Batı merkezci bakış açısı içinde kalmadığını göstermektedir. Batı her kültürü teknolojik başarılarına göre değerlendirdiğinden uzun zaman akılsallığın biricik sahibi olduğunu sanmıştır. Akılsallık için söz konusu olan belirleyici özellik  yalnızca eleştiri ve kuramsallık değil, aynı zamanda özeleştiridir.
         Morin yapıtında bir körleşme biçiminden daha söz eder: ‘‘Paradigmatik körleşme’’ .Descartes tarafından formüle edilen ve Avrupa tarihinde 17. yüzyıldan bu yana dayatılan ‘‘büyük Batı paradigması’’nı hatırlamak gerekmektedir. Felsefe ve bilimi birbirinden ayrıştırdığı gibi bu paradigma duyguyu akıldan, zihni maddeden, ruhu bedenden, özneyi nesneden, özgürlüğü determinizmden, varoluşu özden ayırmıştır: ‘‘Bu paradigma dünyaya ikili bir bakışı, aslında aynı dünyayı ikiye ayırma yaklaşımını belirler: Bir yanda gözlemlere, deneylemelere, düzenlemelere tabi nesneler dünyası; diğer yanda varoluş, iletişim bilinç, yazgı sorunlarıyla kendini ortaya koyan özneler dünyası’’.

         Bir süre sonra kanı ve inançlar deterministik hale gelen paradigmalarla birleşince egemen doktrinlerin ve ideolojilerin korkutucu buyurganlıkları haline gelmektedir. Tartışılmamış anlamsız inançlar, galip gelen saçmalıklar, açıklık adına açıklığı reddeden tutumlar sonucunda bilişsel ve entelektüel konformizm her yerde kendisini göstermektedir. ‘‘(…) Dahası üçüncü bin yılın şafağında,  Yunanlıların daimon’ları ve kimi zaman İncil’in şeytanları gibi, bizim ‘‘kavramsal’’ şeytanlarımız da bizi sürükleyebilir, bilincimizi boğabiliyor, bizi bilinçsiz kılabiliyor ve aynı zamanda son derece bilinçli olduğumuz yanılsaması içine sokabiliyor’’.

          Düşüncelerin insan tarafından ve insan için olduğunu unutmamak gerekmektedir; yani düşüncelerin kendi hükmünü insana buyurganca dayatması tehlikesine karşı  ‘‘evcilleştirilmiş’’ düşüncelerle mücadele yürütülmesi önemlidir. Beklenmeyen yeniyle karşılaşıldığında yapılacak olan şey, güçsüz ve aciz kuramlarımızın içine yeniyi zorla almak değil, kuram ve düşüncelerimizi yeniden gözden geçirmeyi becerebilmektir. Bilmenin körlüklerine karşı eğitimin yapacağı önemli işlevler söz konusudur. Bilgi üstüne gerçek sorgulama, diyaloğa ve düşünce alışverişine olanak veren açık bir kültüre sahip olma, zihnimizin farklı kesimleri arasında iletişim kurma, kısacası kişileri  ‘‘bilinçlilik’’  yolunda donatmak eğitimin en önemli görevleri arasındadır.

İKİNCİ BÖLÜM

Akla Uygun Bir Bilginin İlkeleri

Morin bilginin akla uygun olması için eğitimin bağlamı, parçayla bütün arasındaki ilişkileri ifade eden bütünü, çokboyutluluğu ve karmaşıklığı aydınlığa kavuşturmasının gerekliliğini ileri sürmektedir.  Claude Bastien’in vurguladığı gibi bilişsel işlevin etkililiğinin temel koşulu olan bağlam, bilgi ve verilerin anlam kazanmasının ihtiyacından ve bilişsel evrimin giderek daha da soyutlaşan bilgilerin ortaya konulması yönünde değil, bağlamları içine oturtulması yönünde ilerlediğinden önemlidir. Bağlamdan öte anlam taşıyan bütün parçaları anlamak için gereklidir. Marcel Mauss, parçaları tanımak ve bilmek için bütünün yeniden oluşturulması gerektiğini ileri sürerken haklıdır. Pascal’ın ilkesine göre bütün-parça birbirleriyle ilişkilidir:
‘‘Her şey, neden olunan ve neden olan, yardım edilen ve yardım eden, dolaylı ve dolaysız olduğu ve her şey en uzak ve en farklı olanları bağlayan doğal ve fark edilmez bir bağla birbirini beslediği için, bütünü bilmeden parçaları bilmem nasıl olanaksızsa, parçaları ayrıca bilmeden bütünü bilebilmem de olanaksızdır’’.
          Her canlı varlıkta olduğu gibi insanda da parçaların içinde bütün vardır. Parça bütünden ayrılmadığı gibi parçalar da birbirlerinden ayrı değildir. İnsan ve toplum çok boyutlu olma özelliği taşımaktadırlar; çünkü insan, hem biyolojik, hem ruhsal, hem toplumsal, hem duygusal hem de akılsal; toplum da hem tarihsel, hem iktisadi, hem toplumbilimsel hem de dinseldir. Karmaşıklık olgusu, bir bütünü oluşturan iktisadi, siyasal, toplumbilimsel, psikolojik, duygusal ve mitolojik gibi çeşitli öğeler ‘‘birbirlerinden ayrılmaz olduğu zaman ve bilginin konusu ve bağlamı ve parçayla bütün arasında, parçaların kendi arasında karşıklıklı bağımlı, etkileşimsel ve enterretroaktif bir doku’’yu anlatmaktadır. Kısacası karmaşıklık ‘‘birlik ile çokluk arasında bir bağdır’’.
         Eğitim, karmaşık ve çok boyutlu olanla ilişkili bir ‘‘genel zeka’’yı geliştirmek durumundadır; bu nedenle insanda var olan merak yetisinin özgürce çalıştırılması önem kazanmaktadır. 20. yüzyıl boyunca görülen disiplinlerdeki uzmanlaşma süreci, bağlamı, bütünü ve karmaşıklığı engelleyip bilgide bir gerilemeye yol açmıştır. Sistemler, beşeri bilimler ve fen bilimleri arasındaki kopuşa, bilimlerin kendi içine kapanmış, aşırı uzmanlaşmış disiplinlere neden olmuştur. Bütün bu sürecin ne gibi sonuçlara yol açtığını/açacağını Edgar Morin şöyle dile getirmektedir:                                               
 Global ve karmaşık gerçeklikler kırıldı; insan parçalandı; insanın, beyin dahil biyolojik boyutu, biyolojik bölümlere hapsoldu; ruhsal, toplumsal, dinsel, iktisadi boyutları birbirinden hem uzaklaştı hem ayrıldı. (…) Doğası itibariyle her tür insani sorun üstüne bir düşünme eylemi olan felsefe de kendi içine kapalı bir alana dönüştü.(…) Bütünü algılama yetisinin zayıflaması, sorumluluğun zayıflaması (her birey kendi uzmanlaşmış görevinden sorumlu olduğu için) ile dayanışmanın zayıflamasına (her birey kendi hemşerileriyle olan bağını artık duyumsamadığından) yol açar’’.
         Aşırı uzmanlaşma  geneli parçalara ayırdığından özün görülmesini ortan kaldırır. İndirgemeci anlayış karmaşık olanı basite indirger; böylelikle insan körleşebilir. 20. yüzyıl akılsallığının tek akılsallık olduğu iddiası düşünmenin felç olmasına neden olduğu gibi yüzyılın en ciddi sorunlarının irdelenmemesi gibi insanlık için en ciddi sonuçları doğurmuştur. Morin’e göre eğitim akla uygun bilginin önemli ilkeleri olan bilgilerin parçalara ayrılmamasını, indirgemeyen düşünceye sahip olmayı yeniden gündeme getirebilmelidir

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

İnsanlık Durumunu Öğretmek

 Edgar Morin’e göre eğitim, insanlık durumu üzerine bir ilk ve evrensel dersi içermek durumundadır. Ona göre insanın evren içinde konumlandırılması ve insanlık durumunun dünyadaki yerinin sorgulanması gerekmektedir. Beşeri bilimlerin parçalanmış ve bölümlenmiş olmasından dolayı insanın karmaşıklığı görünmez olmakta, sonucunda da insan ‘‘kum üstünde bir iz gibi’’ yitip gitmektedir. İnsanlık durumunu anlamak, parçalar yerine bütünü bilmek önemlidir: ‘‘Buradan da, insanlık durumunu dünyadaki yerine oturtmak için, doğa bilimlerinden kaynaklanan bilgilerle, insanın çok boyutluluk ve karmaşıklığını aydınlatmak için beşeri bilimlerden kaynaklanan bilgilerin birleştirilmesi gereği ve beşeri bilimlerin, yalnızca felsefe ve tarihin değil, ama aynı zamanda edebiyat, şiir, sanatın paha biçilmez katkılarını bunlara dahil etme gereği ortaya çıkmaktadır.’’ İnsanlaşma, insanlık durumuna doğru eğitim için çok büyük önem taşıdığından insanın insansallığı nasıl oluşturacağını bilmesi gerekmektedir. İnsan, kozmostan, doğadan ve yaşamdan çıkmasına rağmen kendi zihni, kültürü ve bilinci nedeniyle yakın olan kozmosa yabancılaşmıştır. İnsan doğasının derinliğinde kozmosun gizini taşıyor olmamıza rağmen yine de insan, yalnızca kozmoloji, fizik, biyoloji, psikoloji ve diğer bilimlerce tanınabilecek ve anlaşılabilecek varlık olma özelliğini taşımamaktadır.
Peki insan nedir? Nasıl bilinebilir? Morin’e göre insan hem biyolojik hem de kültürel bir varlık özelliği taşıyan birleşmiş-ikiliktir; yani insane, hem ‘‘homo sapiens’’ aynı zamanda da  hiper canlılık içinde  coşkular yaşayan ‘‘homo demens’’tir. Biyolojik varlıklar olmamıza rağmen insanlaşma yalnızca kültür tarafından ve kültürün içinde tamamlanır. ‘‘İnsan beyni olmadan kültür olmaz, ancak kültür olmadan zihin, yani bilinç ve düşünce yeteneği de yoktur’’ der Morin. Ona göre insani olan her gelişme bireysel özerkliklerin (birey), topluluğa katılımların (toplum) ve insan türüne ait olma duygusunun birlikte gelişimini anlatan içerik taşımaktadır. İnsani gelişme ise insanın birliğini ve çeşitliliğini anlamaktan geçmektedir. Morin günümüzde de var olan bir olguyu burada yeniden düşünmemizi istemektedir: ‘‘Kültürlerin çeşitliliğini görenler, insanın birliğini küçümseme ya da görmezlikten gelme eğilimindedir, buna karşılık insanın birliğini görenler ise kültürlerin çeşitliliğini ikincil olarak değerlendirme eğilimindedir. Oysa uygun olan, birliğin çeşitliliğini sağlayan ve kolaylaştıran bir birlik, çeşitliliğin de kendini bir birlik içinde gören bir çeşitlilik olarak tasarlanmasıdır.’’
          İnsanın tek yönlü bir varlık olarak algılanma biçimi 21. yüzyılda terkedilmeyi bekleyen bir anlayıştır. İnsanın yalnızca akılsallığı (homo sapiens), tekniği  (homo faber), yararcı etkinlikleri (homo economicus), zorunlu gereklilikleri (homo prosaicus) içinde tanımlanması eksiktir. Morin’e göreinsane varlığı karmaşıktır ve karşıt nitelikleri, iki kutuplu bir şekilde içinde taşır. İnsan, ‘‘Sapiens et  demens (akılsal ve çılgınca),  Faber ve  ludens (çalışkan ve oyuncu),  Empiricus ve  imaginarius (görgül ve düşsel),  Ekonomicus ve consumans  (tutumlu ve savurgan),  Prosaicus ve  poeticus (düzyazısal ve şiirsel)’’dur.
İnsan varlığı akıllı ve akıldışıdır, ölçülü ve ölçüsüz olabilir; yoğun ve istikrarsız bir duygusallığın öznesi olarak, güler, tebessüm eder, ağlar, ama nesnel olarak anlamasını da bilir; ciddi ve hesapçı, ama aynı zamanda sıkıntılı, içi daralan, zevkine düşkün, kendinden geçen, esrik bir varlıktır; şiddet ve şefkat, aşk ve kini barındıran bir varlıktır; düşselle kuşatılmış ve gerçeği tanıyabilen, ölümü bilen ve ölüme inanmayan, söylence ve büyünün yanı sıra bilim ve felsefe de yaratan; tanrılara ve düşüncelere teslim olan, ama aynı zamanda tanrılardan kuşku duyan ve düşünceleri eleştiren bir varlıktır; doğrulanmış bilgilerle, ama yanılsama ve düşlemlerle de beslenir. Morin,  insanı karmaşık bir varlık olarak belirledikten sonra eğitimden beklenmesi gereken noktayı yeniden hatırlatıyor: ‘‘Böylece, eğitimin esas yönelimlerinden birinin insan karmaşıklığının incelenmesi ve araştırılması olduğu görülüyor. Eğitim, insanın çok yönlü yazgısını göstermeli ve örneklerle açıklamalıdır: İnsan türünün yazgısını, yani bireysel yazgıyı, toplumsal yazgıyı, tarihsel yazgıyı, kısacası birbirine geçmiş ve birbirinden ayrılmaz tüm yazgıları…
Bu yönelim, tüm insanların ortak durumunu ve bireylerin, halkların, kültürlerin çok zengin ve gerekli çeşitliliğini öğrenmeye, dolayısıyla bilincine varmaya ve nihayet yeryüzü yurttaşları olarak kökleşmemize varmalıdır.’’

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Dünya Kimliği Öğretmek

Edgar Morin ‘‘dünyalı kimliği’’ ifadesinden dünyayı uygarlaştırmayı,  dünyada dayanışmayı sağlamayı, insan türünü gerçek insanlığa dönüştürmeyi,  birinin diğeriyle, herkesin herkesle karşılıklı dayanışmasını ve merhamet duygusu içinde olmasını anlamaktadır. 16. yüzyılda gezegen çağı  ile başlayan tarihsel yolculuk 20. yüzyılın sonunda itibaren küreselleşme aşamasına gelmiştir. Aradan geçen dört yüzyıllık sürede neler olup bitmiştir? Dünyalı kimliğe ulaşılmış mıdır?
           1492’de yerkürenin fethine çıkan Batı Avrupa, Amerika’da ve dünyanın geri kalan kısmında ‘‘uygarlık felaketlerine, onarılmaz kültürel yıkımlara, korkunç köleleşmelere’’ yol açan gezegen çağını başlatmıştır.  Gezegenleşme, Avrupa uygarlığının silahlara, tekniklere, anlayışlara, ticaret acentalarına ve ileri karakollara sahip olmasıyla gelişmiş; ardından 20. yüzyılda iki dünya savaşı, iki iktisadi bunalım ve 1989’dan sonra da küreselleşme denen liberal ekonominin yaygınlaşmasını doğurmuştur. Dünyayı dolaşmak için 80 günlük bir zaman gerekliyken, 20. yüzyıl sonunda jet uçağı bu devri 24 saatte tamamlamaktadır. Bugün gezegenin bir ucundan diğerine, televizyon, telefon, faks, internet vb. ile ulaşmak olanaklıdır.
‘‘Böylece, örneğin Avrupalı her sabah Japon malı radyosunu açarak uyanıyor ve dünyadaki gelişmeleri buradan alıyor:  Yanardağ patlamaları, depremler, darbeler, uluslararası konferanslar, Seylan, Hint ya da Çin çayını, belki de bir Etiyopya moka veya bir Latin Amerika arabicasını yudumlarken kendine ulaşıyor; Mısır ya da Hindistan pamuğundan dokunmuş kazağını, donunu ve gömleğini giyiyor; Manchester sonra Roubaix-Tourcoing’da işlenmiş Avustralya yönünden yapılmış ceket ve pantolonunu ya da ABD stili bir kot üstüne Çin’den gelmiş bir deri montunu geçiriyor.
 Saati, İsviçre ya da Japon malı. Gözlük çerçevesi ekvator kaplumbağası kabuğundan. Kışın masasında Arjantin ya da Şili’nin çilek ve kirazlarını, Senegal’in taze yeşil fasulyesi, Afrika’nın avokado ya da ananaslarını Guadeloupe’un kavunlarını bulabilir. Martinik romu, Rus votkası, Meksika tekilası, Amerikan burbonu şişeleri elinin altında. Evinden Koreli bir şefin yönettiği bir Alman senfonisini dinleyebilir, olmadı video ekranından siyahi Barbara Hendricks’i, İspanyol Placido Domingo’yu izleyebilir.’’
          Avrupalı gezegende refah içinde yaşarken diğer yandan Afrikalı, Asyalı, Güney Amerikalı yoksulluk içinde yaşamaya çalışmaktadır. Dünya ekonomik piyasasının etkisiyle bu insanların yaşam biçimlerinde değişiklik meydana gelmekte, pek çok insane hayalini kurdukları rahat bir hayata özlem duymaktadır.  Morin, birleştirici olduğu kadar özünde çatışmacı olduğundan küreselleşmeyi eleştirmektedir. Olup-bitenler dünyanın bir olmaya gittiğini gösterse de aynı zamanda bölündüğünü ortaya çıkarmaktadır.  Gelişme düşüncesi çözümlediğinden daha çok sorun yaratıp bir uygarlık bunalımına ulaşmıştır. Nükleer silahlanma ve yeni tehlikeler insanlığın kendi kendini yok etme potansiyelinin her zaman var olduğunu göstermektedir. Günümüzde gelişme yalnızca teknik-ekonomik açıdan düşünülmekte ve sonuçta savunulacak bir yanı kalmamaktadır; oysa, gelişmenin yalnızca maddi değil, aynı zamanda anlıksal, duygusal ve ahlaki alanı içine alan daha karmaşık bir anlama sahip olması gerekmektedir.
           Eğitim, yeryüzü-gezegeninin insanları olarak var olmayı, paylaşmayı, iletişimde bulunmayı, düşünce ve duygu ortaklığı kurmayı öğrenmemize olanak vermelidir.

BEŞİNCİ BÖLÜM

Belirsizlikleri Göğüslemek

Tarihin akışı içinde iktisadi ve toplumbilimsel bazı belirlemeler var olsa da, gelecek, önü açık ve önceden kestirilemezdir; dolayısıyla ‘‘geleceğin adı belirsizlik’’tir. Tarihte ortaya çıkan yeni önceden bilinip ortaya çıkmamıştır. Yeni her zaman yaratımlarla gelmemiş, aynı zamanda yıkımlarla da kendisini göstermiştir. Uygarlık ve barbarlık, yaratım ve yıkım, doğuş ve ölüm tarihin her zaman iki yüzü olmuştur. Bilmede de belirsiz bir yan vardır.  Düşünceler ve kuramlar gerçeği yansıtmadıkları gibi yetersiz ve hatalıdırlar. İnsanın gerçekle ilişkisi, gerçeğe ilişkin düşünceden başka bir şey değildir. Gerçeğin içinde belirsizliği anlamak, gerçekte görünmeyen bir olasılık olduğunu kabul etmek önem kazanmaktadır. Bir eylemin kısa vadeli sonuçlarını öngörmek olanaklıysa da, uzun vadeli olarak bilinememektedir. Eylemin bilinemeyen ve belirsiz sonuçları olduğunu tarihten örneklerle açıklar:‘‘1789’un zincirleme sonuçlarının tümü birden beklenmiyordu. Terör, ardından Thermidor, sonra İmparatorluk, daha sonra Burbonların tahta çıkması ve daha geniş bağlamda, Fransız Devrimi’nin Avrupa ve dünyadaki sonuçları, Ekim 1917’ye kadar (dâhil) öngörülmeyen sonuçlardı, daha sonra 1917 Ekim’inin kuruluştan totaliter bir imparatorluğun düşüşüne kadarki sonuçları da, aynı şekilde, öngörülemedi.’’Eylemin belirsizliğine karşı verilebilecek karşılık bir strateji oluşturmaktır. Düşüncenin, belirsizliklere karşı mücadeleye hazır olması değer kazanmıştır. Umulmadık olanın umulması için çaba vermek eğitimin görevlerinden birini oluşturmaktadır. Morin, ilerleme düşüncesinden vazgeçmeden içerisinde belirsiz ve kırılgan niteliğinin tanınması gerektiğini vurgulamaktadır.

ALTINCI BÖLÜM

Anlamayı Öğretmek

Anlama sorunu eğitimin amaçlarından biri haline gelmiştir.  Morin, anlamaktan, matematiği ya da herhangi bir disiplini anlamayı kastetmez, insanın anlaşılmasını kasteder. Burada söz konusu olan eğitimin manevi misyonudur ve sayısal bir özellik değildir. Anlama yaşamsal önemde bir konudur; çünkü ‘‘insanlararası anlayışı öğretmek, insanlığın anlıksal ve manevi dayanışmasının koşulu ve güvencesidir.’’
          Morin’e göre anlama sorununun iki ayrı ucu vardır: Biri, birbirinden uzaktakiler için geçerli olan ve farklı kültürlerden gelen insanların birbirleriyle anlaşması, diğeri ise, bireysel olan yani yakınlar arasındaki ilişkileri içine alan anlaşmadır. Yakın olanların birbirleriyle daha iyi anlaştığı kabulü doğru olmayan bir kabul olarak kalmaktadır; çünkü yakınlık beraberinde yanlış anlamaları, kıskançlıkları, saldırganlığı getirebilir. Anlamanın, düşünsel  (zihinsel ya da nesnel)  anlama derecesi ve özneler arası anlama derecesi olmak üzere iki derecesi vardır. Düşünsel anlamanın yolu anlaşılırlık ve açıklamadan geçerken, insana özgü anlamanın yolu, öznenin özne tarafından bilinmesinden geçmektedir: ‘‘Nitekim ağlayan bir çocuk gördüğümde, onu gözyaşlarının tuzluluk derecesini ölçerek değil, ama kendi içimdeki çocukluğumun üzüntülerini yakalayarak, onu kendimle özdeşleştirerek ve kendimi onunla özdeşleştirerek anlamaya çalışırım. Başkası sadece nesnel olarak algılanmakla kalmamış, onunla özdeşleşilen ve onu kendisiyle özleştiren (alter ego haline dönüşen bir ego alter) bir başka özne olarak algılanmıştır.  Anlamak, bir empati, özdeşleşme ve kendini yansıtma sürecidir zorunlu olarak. Her zaman kendi içinde öznel olan anlama, açıklık, sempati, cömertlik gerektirir.’’
          Ancak anlama öyle kolay olmamakta, hem nesnel anlamanın önüne hem de insanı anlayışın önüne benmerkezcilikten, etnikmerkezcilikten  ve toplummerkezcilikten  kaynaklı engeller çıkmaktadır.  Edgar Morin anlamaya giden yolların yalnızca iktisadi, hukuksal, toplumsal ve kültürel yollardan ibaret olmadığını, bunun düşünsel ve etik yollardan geçtiğini vurgulamaktadır. Anlayış etiği  insanı anlamada etkili bir görev üstlenmiştir. Özellikleri, iyi düşünmek: karmaşık olanı bir bütün olarak algılamayı sağlayan düşünme tarzı),  içebakış: kendi kendini eleştirel olarak inceleme, bize, göreceli olarak kendi merkezimizden uzaklaşma, kendi benmerkezciliğimizi tanıma ve yargılama olanağı, kendimizi her şeyin yargıcı yerine koymama), başkasına öznel (sempatik) açıklık: roman ve filmler yoluyla gündelik yaşamda bize yabancı ya da antipatik olana karşı yakınlık duyma), hoşgörünün içselleştirilmesi: düşünceler için geçerli olup hakaret, saldırı ve öldürücü eylemler için geçerli olmama)  olan anlayış etiği üzerine Edgar Morin şunları yazmaktadır: ‘‘Anlayış etiği bizden, öncelikle, çıkar beklemeden anlamamızı isteyen bir yaşama sanatıdır. Büyük bir çaba ister, zira hiçbir karşılıklılık beklemez: Bir bağnazın ölümle tehdit ettiği hoşgörülü bir kişi, bağnazın kendisini niçin öldürmek istediğini anlar, aynı zamanda onun kendisini asla anlayamayacağını da bilir. (…) Anlayış etiği bizden, anlayışsızlığı anlamamızı ister.’’
         Etik önemli yönüyle kişilerarası anlayış etiğidir. Etiğin küreselleşmesi demek insan türüne hizmet etmek demektir. Kültürlerin birbirlerinden öğrenecekleri vardır; dolayısıyla kendini öğreten kültür biçiminde algılayan Batı kültürü mağrur olmayı bırakıp aynı zamanda öğrenen kültür de olabilmelidir. Böyle bakıldığında anlamak, ‘‘aynı zamanda, durmadan öğrenmek ve yeniden öğrenmek’ ’ten başka bir şey değildir.  Anlama sorunu geleceğin eğitimini oluşturmada önemli rol oynayan noktadır; çünkü karşılıklı anlama olmadan bireyler, uluslar ve kültürler bir araya gelemez. Anlayışın insanlık dünyası için ne kadar önem taşıdığının anlaşılması için önce ‘‘zihniyet reformu’’na gereksinim vardır. Bunun da yolu karşılıklı bir ‘‘eğitim reformu’’ndan geçmektedir.

YEDİNCİ BÖLÜM

İnsan Türünün Etiği

  İnsan türünün etiği birey-toplum-tür ilişkisinin karşılıklılığını ve birbirlerinden ayrılmazlığını kabulle başlar, insana özgü bir etik ya da antropo-etikle sürer. Morin’e göre antropo-etik şu amaçlar için vardır:
‘‘İnsanlığı insanileştirmek için çalışmak. Gezegenin ikili yönetimini gerçekleştirmek: Yaşama boyun eğmek, yaşama yön vermek. Gezegenin birliğini, çeşitlilik içinde, gerçekleştirmek. Başkasında, hem kendisiyle olan farklılığına hem kendisiyle olan benzerliğine saygı göstermek. Dayanışma etiğini geliştirmek. Anlayış etiğini geliştirmek.’’
Böyle bir etik ancak bireysel bilinçle kazanılabilir. Bireysel bilinç demokrasinin var olmasının da olanağını sağlamaktadır. Demokrasinin değeri otoriter ya da totaliter toplumlarda olup bitene bakarak en iyi şekilde anlaşılabilir. Demokrasi, iktidarın denetlenmesini sağlayarak köleleşmeyi zayıflatır. Bu yüzden demokrasiyi yalnızca siyasal bir rejim olarak düşünmemek gerekir. Otoriter ya da totaliter yönetimlerde bireyler yöneticiler tarafından köleleştirilirler; oysa ki demokraside birey yurttaştır, özerk olma anlamında öznedir.
Demokrasinin geleceği için siyaset-demokrasi ilişkisi de önemli görünmektedir. Siyaset, yalnızca tekniğe ve ekonomik anlayışa indirgenirse, beraberinde ufukların yitimi, yurttaşlık kimliğinin zayıflaması, vurdumduymazlığı getirecektir. Sonuç ise demokratik yaşamın yok olmasıdır. Antropo-etik, demokrasinin ve yurttaşlık kimliğinin yenilenerek canlandırılmasını, dayanışmayı ve sorumluluğu yeniden kazandırmayı sağlayabilir.  Morin’e göre 20. yüzyıldan itibaren dünyanın yazgı ortaklığı insanlar arasında dayanışma sağlanmasının gerekliliğini dayatmıştır. Kant kendi döneminde dünyanın coğrafi sonluluğunun insanlarda evrensel konukseverlik ilkesine uymaları gerektiğini vurgulamıştır. İnsanlık kavramının içi boş ve soyut değildir; tam tersine etik bir kavram olarak yaşamsal bir gerçeklik barındırmaktadır. İnsanın daha iyi bir dünyada yaşaması ‘‘insan siyaseti’’,  ‘‘uygarlık siyaseti’’ , ‘‘düşünce reformu’’ bir ‘‘antropoetik’’, ‘‘gerçek hümanizm’’ , ‘‘Dünya-Vatan bilinci’’ birlikteliğiyle olanaklıdır. Geleceğin eğitimi bu kavramlarda içerik bulan ilkelerin gerçekleşmesiyle kendisini gösterecektir.   

SONUÇ:

Edgar Morin geleceğin eğitiminin temel ilkelerini ele aldığı yapıtında günümüzde insanlık durumunun içinde bulunduğu çıkmazları ve bu çıkmazlardan kurtulmak için bir takım çıkış yolları önermektedir. Ona göre tek çıkış yolu belirli ilkelere sahip eğitimdir.

KAYNAKÇA:

MORIN, Edgar (2003), Geleceğin Eğitimi İçin Gerekli Yedi Bilgi, (Çev: Hüsnü Dilli), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları: İstanbul.